Ana içeriğe atla

Avrupa Birliği Genişleme Süreci

AVRUPA BİRLİĞİ GENİŞLEMESİ
Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nun kurulması süreci ile birlikte topluluğun gün geçtikçe güçlenmesi Avrupalı devletlerin dikkatini çekmeye başlamış ve bu devletler topluluk içerisinde yer almak için üyelik başvurusunda bulunmuşlardır. Avrupa Birliği’ne üye olabilmek için bazı koşullar gereklidir. Bu koşullar;
“SİYASİ KRİTER: Demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını ve azınlık haklarını güvence altına alan kurumların varlığı.
EKONOMİK KRİTER: İşleyen ve aynı zamanda Birlik içinde rekabetçi baskılara ve diğer serbest piyasa güçlerine dayanabilecek bir serbest piyasa ekonomisinin varlığı.
TOPLULUK MEVZUATININ BENİMSENMESİ: Siyasi, ekonomik ve parasal birliğin hedeflerine bağlı kalmak üzere üyelik için gerekli yükümlülükleri yerine getirebilme kapasitesine sahip olmak.”[1] olarak belirlenmiş olsa da aday ülkeler bütün bu koşulları yerine getirmiş dahi olsa Birliğe kesin üye olacakları düşünülmemelidir. Birliğin aday ülkeyi içine alabilecek bir hazmetme kapasitesinin de olması gereklidir.
1.      Genişleme (İngiltere, İrlanda, Danimarka- 1973)
İngiltere, İrlanda ve Danimarka 1961 yılında tam üyelik için Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) başvurmuşlardır. Ancak donemin Fransa Cumhurbaşkanı Charles De Gaulle, İngiltere’nin üyeliğine sıcak bakmadığı için İngiltere’nin üyeliğini 2 kere veto etmiştir. De Gaulle’un İngiltere’nin başvuruna olumsuz yanıt vermesinin nedeni İngiltere’nin Alman-Fransız ilişkisine zarar verme ihtimali ve Fransa’nın büyük miktarda destek aldığı Ortak Tarım Politikası’nın Fransa’nın zararına olacağı endişesiydi. 1968 yılında yaşanan siyasi olaylar nedeniyle görevinden ayrılan De Gaulle’ün yerine gelen hükümet, İngiltere’nin üyelik cevabına olumlu bir yanıt vermiştir ve böylece İngiltere, İrlanda ve Danimarka, AET üyesi olmuştur. Aynı dönemde Norveç de AET üyeliği için başvuruda bulunmuş ancak Norveç’te yapılan referandum sonrasında halkın çoğunluğu AET’ye üye olmayı uygun görmediğinden dolayı Norveç, AET’ye üye olmaktan vazgeçmiştir.
2.      Genişleme (Yunanistan 1981)
1959 yılında AET’ye “Ortak Üye” olarak başvuran Yunanistan, bunun yeterli olmayacağını düşünmüş ve 1975 yılında “Tam Üye” olmak amacıyla başvuruda bulunmuştur. AET ülkelerine nazaran nispeten ekonomik ve siyasi sorunlarla boğuşan Yunanistan’ın üyeliği de AET içerisinde bir takım tartışmalar yaratmıştır. Avrupa Komisyonu, Yunanistan’ın ekonomik açıdan üyeliğe hazır olmadığını belirten raporuna karşılık, Konsey, Yunanistan’ın üyeliğini desteklemiştir. Nihayetinde Sovyetler Birliği tehlikesinden Yunanistan’ı korumak amacıyla ülkenin üyeliği olumlu karşılanmış ve 1981 yılında Yunanistan AET’ye üye olmuştur.
3.      Genişleme (İspanya, Portekiz 1986)
İspanya ve Portekiz’in ekonomik açıdan geri kalmışlığı ve yönetim rejimleri AET içinde tartışmalara yol açsa da bu ülkeler jeopolitik açıdan avantajlarını kullanarak 1986 yılında üye olmuştur.
4.      Genişleme (Avusturya, Finlandiya, İsveç-1995)
EFTA örgütüne üye olan devletlerin AET’ye üyelik başvurusunda bulunmasından dolayı bu genişleme “EFTA Genişlemesi” olarak da adlandırılmaktadır. Bu genişleme diğer genişlemelere kıyasla en sorunsuz gerçekleşen genişleme olarak tanımlanmaktadır. Çünkü aday ülkeler olan İsveç, Avusturya ve Finlandiya demokrasi ve ekonomi açısından yüksek gelişmişliğe sahip ülkelerdir. 1 Ocak 1995 tarihinde üye olmuşlardır.
5.      Genişleme (Macaristan, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Slovenya, Letonya, Litvanya, Estonya, Malta, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi - 2004) (Romanya, Bulgaristan - 2007)
Soğuk Savaş sonrası demokrasiye ve liberal ekonomiye geçiş yapmak isteyen Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri, çareyi Avrupa Birliği’ne üye olmak olarak görmüştür. Bu sebepten dolayı hemen hemen aynı zamanlarda başvuruda bulunan bu devletlerle üyelik süreci Avrupa Birliği’nin epey başını ağrıtmıştır. Genişlemeyi sağlamak açısından Avrupa Birliği, kurumlarının işleyişini yeni genişleme düzenine göre dizayn etmiştir. 5. Genişleme, 1. Ve 2. Dalga ülkeleri olmak üzere 2’ye ayrılmaktadır. 1. Dalga ülkelerini Macaristan, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Slovenya, Letonya, Litvanya, Estonya, Malta, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi oluşturmaktadır. Bu ülkeler 2004 yanında Birliğe üye olmuştur. 2. Dalga ülkeleri olarak adlandırılan Romanya ve Bulgaristan’ın ekonomik anlamda 1. Dalga ülkelerinden daha geri planda kalması sonucu bu iki ülke Birliğe 2007 yılında üye olabilmiştir.
6.      Genişleme (Hırvatistan-2013)
Avrupa Birliği, genişleme stratejisini Balkan coğrafyasında sürdürmüş ve bununla birlikte Hırvatistan 2013 yılında üye olmuştur. Hırvatistan, Birliğe en son üye olan devlettir.
KAYNAKÇA
Haluk Özdemir, Avrupa Mantığı Avrupa Bütünleşmesinin Teori ve Dinamikleri, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2012.
Der. Ayhan Kaya, Yaprak Gürsoy, Senem Aydın Düzgit, Özge Onursal Beşgül, Avrupa Birliği’ne Giriş, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2011.
Uğur Özgöker, Avrupa Birliği ve Türkiye-AB İlişkileri Ders Notları, Filiz Kitabevi, 2010.
AVRUPA BİRLİĞİ’NDE SERBEST DOLAŞIMLAR
1)      Malların Serbest Dolaşımı
1968 yılında tamamlanan Gümrük Birliği ile Avrupa Birliği sınırları içerisindeki  mallar tüm ülkeler arasında serbest bir şekilde dolaşım hakkı elde etmektedir. Bunun için üye devletler arasında her türlü miktar kısıtlamalarının ve eş etkili vergilerin önlenmesi gereklidir. Malların serbest dolaşımı üye ülkeler tarafından kamu güvenliği, kamu sağlığı, kamu düzeni, kamu ahlakı, havyan ve bitki sağlığının korunması, milli, kültürel, tarihi veya arkeolojik değere sahip ulusal zenginliklerin korunması, fikri ve sınai mülkiyetin korunması vb. nedenlerle sınırlandırılabilir. Malların serbest dolaşım hükümleri Avrupa Birliği’nin İşleyişine Dair Antlaşması’nın 28-44. Maddeleri arasında belirtilmiştir. Bu maddeler “ üçüncü ülkelerden gelen mallara karşı gümrük birliği çerçevesinde ortak gümrük tarifeleri uygulanacağına, ancak bir defa bu mallar herhangi bir üye devlet sınırı içine girdi mi artık o malın da tüm ülkeler arasında serbestçe dolaşacağına ilişkin hükümler içerir.”[2]
2)      İşçilerin Serbest Dolaşımı
İşçilerin serbest dolaşımı, AB üyesi ülkeler sınırı içerisinde bir istihdam için serbest bir şekilde dolaşma, iş başvurusunda bulunma, çalışma hakkı gibi hakları içermektedir. Bu tür serbest dolaşımlar, işçinin ve ailesinin temel hakkı olarak tanımlanmaktadır. İşçilerin serbest dolaşımı kamu güvenliği vb. gerekçesi ile üye devletler tarafından sınırlama getirilebilinmektedir. İşçilerin serbest dolaşım hükümleri Avrupa Birliği’nin İşleyişine Dair Antlaşması’nın 39-42. Maddeleri arasında belirtilmiştir.
3)      Sermayenin Serbest Dolaşımı
Avrupa Birliği’nin İşleyişine Dair Antlaşma’nın 63. Maddesine göre sermayenin serbest dolaşımı üye devletler arasında ve üye devletlerle üçüncü devletler arasında hiçbir kısıtlama olmaksızın dolaşım sağlayabilecektir. Ancak bazı durumlarda üye ülkelerin sermayenin serbest dolaşımını kısıtlama hakları bulunmaktadır.
4)      Hizmetlerin Serbest Dolaşımı
Bir Avrupa Birliği üyesi vatandaşı, başka üye ülkelerde hizmet verebilme hakkına sahiptir. Hizmetlerin serbest dolaşımı; malların, kişilerin ve sermayenin serbest dolaşımı gibi temel özgürlüklerden birisi olup, kişilerin serbest dolaşımı dışında belli bir ücret karşılığında yapılan hizmetlerle alakalı bir serbest dolaşımdır.  Hizmetlerin serbest dolaşım hükümleri Avrupa Birliği’nin İşleyişine Dair Antlaşması’nın 56-64. Maddeleri arasında belirtilmiştir.
KAYNAKÇA
Hacı Can, Avrupa Birliği Hukuku, Sürat Üniversite Yayınları, 2013.
Enver Bozkurt, Mehmet Özcan, Arif Köktaş, Avrupa Birliği Hukuku, Yetkin Yayınları, 2012.


AVRUPA BİRLİĞİ TARİHÇESİ
1946 yılında İngiltere Başbakanı Winston Churchill’in yapmış olduğu konuşma Avrupa Birliği düşüncesinin temellerinin atılmasında bir oluşum sağlamıştır. Bu konuşma ile 5 Mayıs 1949 yılında Avrupa Konseyi oluşturulmuş ancak Avrupa Konseyi, Konseye üye ülkeler arasında tam bir entegrasyonu sağlayamadığı için Avrupa’yı yeni bir örgüt oluşturmaya doğru yöneltmiştir.
1947 yılından itibaren Sovyetler Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri arasındaki ilişkiler daha karşıt bir hal almıştır. Sovyetler Birliği’nin Avrupa’da etkisini daha da arttırma tehlikesi Amerika Birleşik Devletlerini harekete geçirmiş ve 1947 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Truman, yapmış olduğu bir konuşmada Türkiye ve Yunanistan’a maddi yardımda bulunacağını açıklamıştır. Yine aynı yıl içerisinde Amerika Birleşik Devletleri Dış İşleri Bakanı George Marshall, yapmış olduğu bir konuşmada Avrupa’nın tümüne yönelik bir yardımda bulunacaklarını açıklamıştır. Plan doğrultusunda Amerika Birleşik Devletleri tarafından 19 milyar dolar civarında maddi yardım gerçekleşmiştir. Bu yardım planı Avrupa entegrasyonu konusunda ilk ve somut bir adımı oluşturmuştur.
Paris Antlaşması
İkinci Dünya Savaşı sonunda büyük bir yıkım içerisinde olan Avrupa’yı dünya çapında bir güç haline getirmek için çalışmalara başlayan Avrupalı siyasetçiler çareyi Fransa ve Almanya arasında barışın sağlanması yönünde görmüşlerdir. Tarihte Schuman Bildirisi olarak adlandırılan bu bildiride İkinci Dünya Savaşı döneminin en önemli hammaddeleri olan kömür ve çelik üretimi yönetiminin bir üst otoriteye devredilmesi öngörülmüştür. Böylece Schuman Bildirisi, 1951 tarihinde Belçika, Fransa, Almanya, Hollanda, Lüksemburg ve İtalya tarafından imzalanan Paris Antlaşması ile kurulan Avrupa Kömür Çelik Topluluğu oluşmasında öncü bir rol oynamıştır. Avrupa Kömür Çelik Topluluğu (AKÇT), ilk uluslarüstü bir yapı olmasıyla daha önce yapılan diğer bütün oluşumlardan farklılık göstermektedir. Çünkü üye devletler kendi istekleri ile otoritelerinin belli bir bölümünü bir üst otoriteye devretmiştir.
Roma Antlaşması
1957 yılında İtalya, Almanya, Belçika, Hollanda, Lüksemburg ve Fransa tarafından Roma Antlaşması imzalanmış ve böyle Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (AAET) kurulmuştur. Bu antlaşma, üye ülkeler arasında bir Gümrük Birliği oluşturulmasını ve enerji alanında işbirliğini hedeflemiştir. Roma Antlaşması ile toplamda AKÇT, AET ve AAET kurumlarının daha koordineli bir şekilde çalışması için 1965 yılında Füzyon Antlaşması oluşturulmuş ve bu üç kurum birleştirilmiş ve Avrupa Toplulukları ismiyle anılmaya başlamıştır.
Tek Avrupa Senedi
Avrupa Birliği’nin derinleşmesi yolunda önemli katkı sağlayan belgelerden birisi de 1987 yılında yürürlüğe giren Tek Avrupa Senedidir. Belgenin nihai amacı iç pazarın tamamlanması ve siyasi birliğin gerçekleştirilmesidir. Belge, iç pazarın tamamlanması için serbest dolaşımların sağlanması gerektiği üzerinde durmuştur.
Maastricht Antlaşması
1992 yılında imzalanan ve Avrupa Topluluğu’nun, Birlik olması yolundaki en önemli adımı olan Maastricht Antlaşması ile Topluluk yeni bir döneme girmiştir. Antlaşma’nın en önemli amaçlarından biri Ekonomik ve Parasal Birlik fikrini hayata geçirmektir. Nitekim planlanan aşamalarla bu fikir hayata geçmiştir. Ekonomik ve parasal birliğe katılabilmeleri için Maastricht Kriterleri denilen kriterler oluşturulmuştur. Buna göre;
Her üyenin yıllık ortalama enflasyon oranı, fiyat artışını en düşük üç üye devletin yıllık enflasyon oranı ortalamasını en fazla 1.5 puan geçebilecektir.
Üye devletlerin planlanan, ya da fiili kamu açıklarının gayri safi yurtiçi hasılalarına oranının yüzde 3'ü aşmaması gerekmektedir.
Üye devletlerin planlanan, ya da fiili kamu borç stoklarının, gayri safi yurtiçi hasılalarına oranının yüzde 60'ı geçmemesi zorunludur.
Her üye devlet, fiyat istikrarı bakımından en iyi sonucu sağlayan üç üye devletin ortalama nominal uzun vadeli faiz oranını en fazla 2 puan aşabilecektir.
Üye devletlerin ulusal paraları, Avrupa Döviz Kuru Mekanizmasının izin verdiği "normal" dalgalanma marjı içinde kalmalıdır. (Şu an için yüzde 15, ancak hemen hemen bütün ülkeler yüzde 2.25 marjı içinde kalmaktadır.”[3]
Antlaşma aynı zamanda Ortak Dışişleri Güvenlik Politikası da gerçekleştirmek niyetindedir. Maastricht Antlaşması ile oluşturulan 3 sütunlu yapının ilk sütununu Avrupa Toplulukları, ikinci sütununu Ortak Dışişleri ve Güvenlik, üçüncü sütununu ise Adalet ve İç işleri oluşturmuştur.
Amsterdam Antlaşması
1997 yılında imzalanan ve 1999 yılında yürürlüğe giren antlaşma, Birliğe üye olacak aday ülkeler için düzenleme getirmiştir. Antlaşma ile Schengen Müktesebatı, Avrupa Birliği müktesebatına dahil edilmiştir.
Nice Antlaşması
2001 yılında imzalanan ve 2003 yılında yürürlüğe giren Nice Antlaşmasının amacı Birliğin yapmış olduğu antlaşmaların koşullarını revize etmektir. Avrupa Birliği kurumlarının daha güçlü bir şekilde faaliyet gösterebilmesi amacıyla Nice Antlaşması imzalanmıştır. Aynı zamanda antlaşmada Avrupa Birliği vatandaşlarının oturma ve seyahat hakları ile ilgili düzenlemelere de yer verilmiştir.
Lizbon Antlaşması
Anayasal Antlaşma’nın Fransa ve Hollanda’nın veto etmesi ile oluşturulan Lizbon Antlaşması, Avrupa Birliği Antlaşması ve Avrupa Birliği’nin İşleyişine Dair Antlaşma olmak üzere 2 antlaşmadan oluşmaktadır. Antlaşma 2007 tarihinde imzalanmıştır.
Maastricht Antlaşması ile oluşturulan 3 sütunlu yapı Lizbon Antlaşması ile terk edilmiştir. Yine Maastricht Antlaşması ile oluşturulan Ortak Dışişleri ve Güvenlik Politikası, Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası olarak değiştirilmiştir. Birliğin sembolleri olan Avrupa Birliği marşı, Avrupa Birliği bayrağı ile ilgili kavramlara antlaşmada yer verilmemiştir.
Antlaşma, Birlikten çıkabilme hakkını üye devletlere sağlamıştır. Avrupa Birliği, tüzel kişilik kazanmıştır. Avrupa Parlamentosu’na AB Komisyonu Başkanı seçme yetkisi tanınmıştır. Nitelikli çoğunluk ile devletlerin %55’i, AB nüfusunun %65’ini ifade edecektir böylece Bakanlar Konseyi’nin oylama sistemi değiştirilerek çifte çoğunluk sistemi benimsenmiştir.
KAYNAKÇA
Uğur Özgöker, Avrupa Birliği ve Türkiye-AB İlişkileri Ders Notları, Filiz Kitabevi, 2010.
Çağrı Erhan, Haluk Günuğur, Ozan Turhan, Beril Dedeoğlu, Elif Dağdemir, Ercüment Tezcan, Sanem Baykal, İlke Göçmen, Avrupa Birliği, T.C. Anadolu Üniversitesi Yayını, No: 2684, 2012.




[1] http://www.ab.gov.tr/302.html (Erişim tarihi: 29.05.2017)
[2] Enver Bozkurt, Mehmet Özcan, Arif Köktaş, Avrupa Birliği Hukuku, Yetkin Yayınları, 2012, s.213.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İkincil Veriler Nedir?

“ Bilgi veren, sorunu çözmemize ya da karar vermemize yardımcı olan her türlü bilgi ya da olguya veri adı verilir .” [1] Bir araştırmanın yapılabilmesi için verilere ihtiyaç duyulmaktadır. Araştırma öncesinde hangi verilere ihtiyaç duyulduğunun belirlenmesi gereklidir. İster nitel, ister nicel araştırma olsun gerekli olan verileri elde etme yöntemleri çeşitlilik göstermektedir. Örneğin kütüphane, deneyler, gözlemler, kurum ve kuruluşlardan verilerden elde edebilmek mümkündür. Burada önemli olan araştırma için kullanılan verilerin doğru olmasıdır. [2] Araştırma kaynakları ve kurumsal kaynaklar birbirinden farklılık göstermektedir. Araştırma raporları, geçmiş zamanda gerçekleştirilmiş araştırmaların raporlarını içermektedir. Oysa ki kurumsal kaynaklar dergiler, makaleler, gazeteler vb. yayınları içermektedir. Kaynaklar birincil veri ve ikincil veri kaynaklar olarak ayrılmaktadır. Birincil veri kaynaklarda yazar, olayın bizzat tanığıdır. Yazarın hayatta olup olmadığı önemli değildir.

Pazarlamanın Tarihsel Gelişimi ve Dönüşümü

Pazarlama tarihi, insanlık tarihi kadar eskiye dayandırılmaktadır. 1850’li yıllardan itibaren pazarlama alanı birçok evrimleşme geçirmiştir. Kavramın evrimleşmesinin nedenleri; teknolojinin, özellikle internetin yaygınlaşması, globalleşmenin meydana gelmesi ve insanların eğitim alma sürelerinin artmasıyla bilinçlenmenin artması olarak gösterilmektedir. Bütün bu nedenler neticesinde dünya tek bir Pazar konumuna gelmiştir. İletişim araçlarının gelişimi ile iletişim artmış ve böylece pazarlama kavramı değişim sürecine girmiştir. Geleneksel pazarlama, üretim ve satış kavramlarına vurgunun yapıldığı bir dönemi kapsamaktadır. Geleneksel pazarlamanın temel amacı en uygun ürün, fiyat, dağıtım ve tutundurma karmasını oluşturmaktır. İşletme odaklı bir yaklaşım söz konusudur. Geleneksel pazarlamada ne kadar çok kişiye satış yaparsan o kadar iyi mantığı bulunmakta, dolayısıyla müşterilerin özellikleri, davranışları, yaklaşımları dikkate alınmamaktadır. Müşteri hep geri planda kalmaktadır. Çünkü ü

Max Weber'in Protestan Ahlakı

Ünlü Alman düşünür Max Weber’in kaleme aldığı “Protestan Ahlakı ve Kapitalizm’in Ruhu” adlı eserde yazar, kapitalizmin gelişmesinde dinin etkisinin olup olmadığını, eğer dinin bir etkisi var ise bu etkinin ne boyutta olduğunu araştırmıştır. Weber’in temel argümanı Protestanlığın, kapitalizmin gelişiminde yardımcı bir etken olması yönündedir. Bir ülkede yaşayan farklı mezheplerin istatistiki verilerine bakıldığında işverenin, işçi sınıfına mensup yüksek kesimli kişilerin, teknik eğitim alan personelin yani kısacası nitelikli ve kalifiyeli kişilerin genel olarak Protestan mezhebinin özelliklerine sahip olduğu görülmektedir. Yazara göre bu durum yalnızca Almanya, Polonya vb. ülkelerde geçerli olmayıp, kapitalizmin yer aldığı yerlerde de  geçerli olmaktadır. Protestanların diğer nüfuslara nazaran ekonomik açıdan daha çok kazanmaları birçok yönden değerlendirildiğinde bu nedenler belirli bir mezhebe üye olmaktan ziyade bütün bunlar bir sonuç olarak belirtilmiştir. İmparatorlukta yer alan d