Thomas
Kuhn’un kaleme aldığı 1962 yılında yayınlanan “Bilimsel Deneyimlerin Yapısı”
adlı eser, bilim dünyasında geniş bir etki yaratmış, konunun analizi açısından
farklı bir yer edinmiş, pek çok bilim adamı tarafından bilim dünyasına yol
gösteren bir eser olarak tanımlanmıştır. 19. yy ile birlikte Evrim Teorisi’nin ortaya
çıkmasıyla toplum bilimleri ve doğa bilimleri önem kazanmaya başlamıştır. Ünlü
bilim felsefecisi Imre Lakatos’a göre bilimsel geçmişi olmayan bilim felsefesi
bir işe yaramayacağı görüşüne nazaran Kuhn’un görüşü, bilim tarihini bozmaya
yönelik uygulamaların bilime zarar vereceği şeklinde olmuştur. Bilgilerin
nesnel ölçütlerle ölçülebileceğinden ziyade çeşitli ama kendi içinde birbiriyle
örtüşen izlenimlerin çatışmasıyla ortaya çıkan kavramsal değimlerle
yaratılabileceğinden bahsetmektedir. Kuhn, birbiri ile rekabet içinde olan
birbirinden farklılık gösteren bilimsel bakış açısına “Paradigma” adını
vermiştir. Bu kavram dahilinde bilim ve bilim adamı tanımlarını yeniden
biçimlendirmiştir. Kuhn’un hatırı sayılır örneklerinden biri olan Newton
fiziğinden Einstein fiziğine geçişte Newton’cu mekanik kanunlarının genel bir
işleyişi bulunmaktadır. Buna göre insanların gerçekliği algılayabilme
kıstasları uzay, zaman, madde vb. kavramlar üzerine odaklanmıştır. Kant’ın
görüşü de bu düşüncenin üzerine temellendirilmiştir. Fakat kuantumun meydana
çıkmasıyla görüş prestij kaybına uğramıştır. Kuhn bu anlamda icatlarda rasyonel
bir mantık aramanın gereksiz olduğundan bahsetmiştir. Yine Kuhn’a göre bilimler
mutlak kurallar vasıtasıyla kurulmamıştır. Bir paradigmayı keşfetmek içinse o
paradigmanın akılcıl bir kural üzerine oturtulmuş olmasının bir lüzumu yoktur.
Kuhn’un dil hakkındaki düşünceleri de farklı bir akış açısı oluşturur. Kuhn,
dilin sebep olduğu problemleri teğet geçer, dil belli bir mantık üzerine
kurulmamış, dilin kullanım şartlarına göre kurulmuştur. Bu konuya ilişkin
olarak Wittgenstein’e göre insanlar dillerini revize edebilir ama insanların
bunu dışarıdan düzeltmesi mümkün değildir. Çünkü eski paradigmadan yeni
paradigmaya geçiş sürecinde çıktıların değişik yorumlanması mümkün değildir.
Kuhn’a göre kişilerin yeni fikirleri
benimsemesi eski fikirlerin yanlış olduğu anlamına gelmemelidir. Çünkü eski
fikirlerin de kendine özgü bir tutarlılığı bulunmaktadır. Aynı görüşlere sahip
olan kişiler hangi kavramın daha başarılı olduğuyla ilgili çelişkilere
düşebilir çünkü bu seçime etki eden kişisel faktörler bulunmaktadır. Bununla
ilgili bir seçimde bulunmak, haliyle bir takım güçlükler içerir ve bu
güçlüklerin ampirik mi mantıksal mı olduğu Kuhn’un eserinde belirtilmemiştir.
Pozitivizmin bilgiyi yorumlamak amacıyla kullandığı yöntem belli bir mantığa
dayalıdır. Bunun geçerliliğini kavramak için bilgiyi eylem kapsamının dışına
itmiştir. Örneğin, atom ile ilgili kesin bir bilgiye sahip olmak, atomun
gelecekteki mevcut hali ile ilgili bilgisini en baştan yitirmek anlamına
gelmektedir. Günümüzde fizikle ilgilenen bilim adamları, evrenin sonsuzluğu ile
ilgili bir ikilem içindedir. Bu ikilem evrenin sonsuzluğunun hacimsel mi yoksa
yapısal mı olduğu ile ilgilidir. Kuhn’a göre bilim adamları bu sorun karşısında
estetik ya da toplumsal şüpheler doğrultusunda bir cevap arayacaktır.
Kuhn’un en önemli yönü, bilim
felsefesi ile bilim tarihini karşı karşıya getirmesi olmuştur. Yazdığı “Bilimsel
Devrimlerin Yapısı” adlı eserinde bu iki dalın arasındaki yüzleşmeyi
gerçekleştirme yoluna gitmiştir. Bu çalışması bilim felsefesi alanı dışında
diğer sosyal bilimlerin dallarını da etkilemiştir. Eserde temel nosyonlar
içinde yer alan “paradigma”, “bilimsel devrim”, “ölçülmezlik”, “bilim” gibi
kavramlar sonraki yıllarda da tartışma konusu olmuştur. Kuhn’un tanımlamasına
göre bilim, kesintisiz bir şekilde olmasından ziyade, büyük kopmalarla
ilerlemektedir. Bu yüzden bilimin objektif bir eylem içinde olması mümkün
değildir bunun nedeni, bilim adamlarının psikolojik ruh durumuyla alakalıdır.
Bu sebeple bilimi denetleyecek genel geçer bir ölçüt bulunmamaktadır. Çünkü
bilimsel kanunlar, bilim adamları tarafından ortaya konmaktadır. Kuhn bilimsel
süreci ise bir sirkülasyon olarak tanımlamıştır. Bilim öncesi dönem bu sürecin
ilk halkasını oluşturmaktadır. Bu süreçler olağan bilim ve bilimsel devrim
olarak bir süreklilik gösterecektir.
Kuhn’a
göre tarih bir anlatı deposu olarak görülmediği taktirde, bilim dünyasında
anlamlı bir dönüşüme yol açabilmektedir. Bu durumdan da anlaşılacağı üzere
Kuhn, kendinden önceki dönem boyunca geliştirilen bilim imgesinin yanlış
olduğunu düşünmektedir. Bilim kavramının oluşmasında ve bu kavramla ilgili
bilgi kaynakların konuyla ilgili yazılan popüler ve ders kitabı niteliğinde
olduğundan bahseden Kuhn, bilimin bu tür kitaplardan öğrenilmeye çalışmasının
turistler için hazırlanan broşürlerden o milletin kültürü ile ilgili bilgi öğrenilmesine
benzetmektedir. Böylece gerçekte uygulanması gereken temel şey bilimsel
bilgilerin ortaya çıkmasındaki sürecin anlamaya çalışılmasından ileri
gelmektedir. Miladını tamamlamış teorilerin bilimsel olmadıklarından bahsetmek
mümkün olmasa da bilimsel ilerlemenin bu açıklamada birikim aşaması olarak
tanımlanmasını zorlaştırmaktadır. Bu doğrultuda bilimde “devrim”in oluştuğunu
düşünen Kuhn’a göre eski bilim dalının bugünkü durumunu incelemektense, o
bilimin kendi dönemindeki bütünlüğüne bakmak çok daha uygun bir davranış
olacaktır.
Günümüzdeki bilim tarihleri
birikimcilikten uzak bir gelişme çizgisi arayışı içindedir ve bilimde de
bilimin tarihsel tümünü göstermeyi uygun görmektedir. Buna örnek Galileo’nun
görüşlerinin Galileo’nun öğretmenleri ile betimlemeleri olarak gösterilmiştir.
Bilimsellik hakkında fikir sahibi olan fakat diğer önemli dallar hakkında bir
görüşe sahip olmayan bir kişinin
izleyeceği yol ne şekilde olmalıdır fikri bu görüşün temel sorularından biri
olmuştur. Kunt’un tanımına göre biraz önce bahsedilen bilim döngüsü içinde yer
alan olağan bilim öncesi dönem, birbirinden farklı fikirlerin rekabet halinde olduğu bir dönemdir.
Bu dönemde bilimsel çalışmaları tümüyle ele alacak bir kavram bulunmamaktadır. Doğa
ile ilgili bir görüş sahibi olan kişilerin farkları ise ayrı dünyalarda farklı
bakış açılarıyla bilimle ilgilenmeleri olmuştur. Bundan dolayı bu kişilerin
aynı oranda bilimsellik içerdiği görüşü hakimdir. Zaman ilerledikçe bu
görüşlerin diğerinden üstün olması onu daha yüksek bir konuma getirmiştir. Kuhn,
bu dönemlerde yaşanılan her kafadan farklı bir ses çıkması yönündeki karmaşanın
bugün de var olduğunu belirtmiştir.
Kunt’un olağan bilim tanımı geçmiş
zamanda elde edilen bir ya da daha fazla bilimsel başarı üzerine
temellendirilmiş araştırmalar olarak adlandırılmıştır. Bugün de bu başarılar
halen ders kitaplarında bahsedilmektedir. Dolayısıyla olağan bilim, bilim
adamlarının gerçekleştirdiği aktivite ve bilim dünyasının nasıl olduğuna dair
varsayım üzerine temellendirilmiştir. Olağan bilimin iki temel özelliği
bulunmaktadır. Bunlar :
·
Kendilerinin yeni ve benzersiz olmaları
·
Uçlarının açık ve yeni gelişmelere
olanak vermeleridir.
Bu
iki özelliği taşıyanlar için paradigma adını veren Kuhn’a göre paradigmalar
olmadan da bilimsel araştırmalar sürdürülebilir. Bütün bunlar bilim dalının
gelişmesi ve olgunlaşmasının kanıtlarıdır. Bilim adamları 17. yy’ a kadar
açıklamalarını belirli bir metafizik çerçevesinde yapar ve cevaplamada
zorlandıkları soruları daha sonraki bir zaman dilimine itelerlerdi. Örneğin,
Newton’dan önceki zamanda gözlem ve deneylerin yönlendirilme biçimleri ile
bugünkü durum birbirinden farklılık göstermektedir. Bilimin ilerlemesinde aynı
görüşlere sahip olan kişilerin farklı yorumları bulunmaktadır. Bu farklılıklar
zaman içinde büyük miktarda yok olmaktadır. Bu yok oluşlarındaki en büyük etken
okullardan birinin ötekine nazaran daha üstün olmasından kaynaklanmaktadır.
Bilimin ilerlemesinde topluluk ya da kişi kendinden sonra gelecek olan bilim
adamlarının dikkatini üzerinde toplayarak bir bilgiye ulaşırsa zaman içinde
eski okullar yok oluş sürecine geçecektir. Bireyler ise ya yeni oluşan
paradigmayı kabullenecek ya da eski paradigmayı kabullendikleri için toplum
tarafından önemsizleşmeye mahkum edilecektir. Bir tarihçinin tarih öncesi ve
asıl tarih diye kategorize ettiği antik çağlardan bu yana çalışma alanları
birbiri ardına atlamıştır. Örneğin 16. yy’da elektrik konusunda yazılan yazılar
18. yy’a nazaran daha azdır.
Paradigma kavramına geri dönecek
olursak; bilim adamları tarafından onaylanmış olan inançlara veya problem çözümünde
fikir birliği içinde bulunan gereklere verilen isim paradigma olarak
nitelendirilmektedir. Kuhn’ a göre
bilimsel sorgulamanın temelinde paradigma olgusu yatmaktadır. Ona göre herhangi
bir konuda rasyonel modele sahip olmak o konu hakkında bir paradigmaya sahip
olmak anlamına gelmektedir. Bilim adamlarının hangi deneyleri ne tür yollarla
yapacağı soruları belirleyen unsur, paradigmaları oluşturmaktadır. Herhangi bir
paradigmaya sahip olmayan bir bilim adamı olguları bir araya getirmekte güçlük
yaşamaktadır. Ortak bir paradigma görüşüne sahip bilim adamları teori üzerine
çalışırken paradigmaları sayesinde daha doğru ve kati ölçümlere ulaşmaktadır.
Çünkü bir paradigmanın sınırları içinde soruların ve cevapların yerleri
bellidir. Bu bağlamda bilimsel teoriler paradigma olarak adlandırılmaktadır.
Kuhn’a göre paradigmaların birbirleri ile kıyaslanmaları mümkün
gözükmemektedir. Bunun sebebi kıyaslamanın gerçekleştirilebilmesi için nesne
ölçütlerin olması gereği ve dünyada bu tür ölçütlerin bulunmamasından
kaynaklanmaktadır. Paradigmaların amaçladığı sorunların hepsini çözebilmek gibi
bir misyonu bulunmamaktadır. Paradigmalar yönünden yapılan tartışmaların en
önemlisi kuşkusuz mantıksal uyumsuzluk ve eksen üzerine olmuştur. Bilim
adamlarının içinde bulunduğu kültür ve sosyoekonomik düzey bilim adamlarının
görüşlerini şekillendirmektedir. Paradigmanın belli bir kısmilik taşıyor olması
paradigmanın doğasından kaynaklanmaktadır. Bugün herkese bir kuram hakkında
aynı bilgi verilse dahi hiç kimse bu yasaları aynı derecede bilemeyecektir.
Örneğin Newton’un Elektromanyetik Kuramı bazı kesimler için paradigma olarak
nitelendirilse de bazı kesimler bunu bu şekilde kabul etmemektedir. Paradigmada
oluşan değişiklik bilim adamlarının görüşlerini de az ya da çok derecede
etkilemektedir. Bir paradigmanın önemsediği bir noktayı, diğeri önemsiz
bulabilmektedir. Örnek olarak; Newton fiziğinde kütlelerin devinimlerinde
önemli olmasının Aristo fiziğinde bir anlamı bulunmamaktadır. Bu örnekten
hareketle Kuhn, birbirinden tamamen farklı görüşlerin arasında rasyonel bir
seçimin yapılmasının oldukça güç olduğundan bahsetmektedir. Her paradigmanın
kendi içinde cevap ve soruları barındırması sonucu bilim adamından beklenen, bu
model ışığında gelecek problemleri doğru bir yöntemle çözmesidir. Eğer bilim
adamı bir başarısızlığa uğramışsa bunun nedeni paradigmadan değil, bilim
adamından kaynaklanmaktadır. Kuhn; bunu başarısızlığı sebebiyle kuramı suçlayan
bir bilim adamını, aletlerini suçlayan bir marangoza benzetmiştir.
Kuhn’a göre paradigmalar, bilim için
önemli olan bazı soruları çözüme kavuşturarak rakiplerinden daha başarılı
olduklarından ötürü üstün bir konuma yerleşebilmişlerdir. Paradigmanın henüz tamamlanmamış
örnekler içermesinde istenilen bir başarı ve olağan bilim de bu istenilen
başarının eyleme dönüştürülmesinde rol oynamaktadır. Bunun için de paradigma
içinde bulunan olgularla ilgili geniş bir araştırma, paradigma ve tahminler
arası uyumun arttırılması gibi önlemler gereklidir. Bunu “ayrıştırma” olarak
nitelendiren Kuhn’a göre burada 2 boyut
bulunmaktadır. Bu boyutlar “olgusal” ve “kuramsal” olarak
adlandırılmıştır. Bütün bunlara rağmen Kuhn bilim adamlarının her 2 boyutla da
ilgilenmediklerini çünkü paradigmanın ayrışma düşüncesine olumlu
bakmadıklarından bahsetmiştir.
Bilimsel araştırmalarda birbiriyle
bağlantılı olan bu olgunun 3 boyutu şu şekildedir.
·
Nesnelerin özü ile ilgili bilgilendirici
paradigma tarafından meydana getirilmiş olguların incelenmesi. Kuhn bunu
astronomide yıldızların konumlarını saptayabilmek amacıyla araç gereçlere
ihtiyaç duyulmasıyla örneklendirmiştir.
·
Paradigmaların sezgileri ile doğrudan
doğruya kıyaslanabilen olguların incelenmesi. Yazar buna örnek olarak Newton’un
2. Hareket Yasası’nı ispatlayan Arwood’un makinesinden bahsetmiştir.
·
Paradigmayı ayrıştıramaya yönelik
deneyimsel çalışmalar. Yazar, bunu Newton’un birim uzaklıklar hesaplamalarında
çekim kuvveti niceliğini ölçemediği örneğiyle açıklamıştır.
Bir bulmacada yer alan parçalar birbirleri
ile nasıl bir bütünlük oluşturuyorsa bilim adamı için de bu durum böyle
olmalıdır. Örneğin optik dalgaları hesaplamak için bir araç üreten birey bir
malzeme ile yetinmemelidir. Bunu Kuhn, şu örnekle ifade etmektedir. 18. yy
boyunca ayın hareketleri Newton kanunlarına uygun olarak kalmasına rağmen 1790
senesinde bir bilim adamı bu yasayla ilgili olarak daha doğru bilgi elde
etmiştir. Bunu bir tür oyuna benzeten Kuhn, oyunun sabit kaldığından ama oyunun
kurallarının farklılaştığından bahsetmiştir. Kısacası, Kuhn olağan bilim zamanındaki
bilimsel araştırmaları bulmaca çözmek olarak nitelendirmektedir. Bilim adamları
kabul gören kurama göre bulmacaları çözmeye çalışıp, onlara bir açıklık
getirmektedir.
Yapılan araştırmaların tutarlı olması bilimde
ortak bir alan tespit etmekle mümkündür. Bilim dünyası Newton, Einstein gibi
bilim adamlarının buluşlarına kati bir şekilde bakarken bir tarafından ise
kalıcılık kavramını sorgulamaktadır. Paradigmalar araştırmalardan bağımsız
olarak “ etkisiz”, “bağlayıcı” ya da “öncelikli” olabilir. Kuhn’a göre olağan
bilimin kuralsız yürümesi daha önce halledilmiş olan problemleri kabul etmesine
bağlıdır. Kuhn’a göre aynı bilim dalı ile ilgilenen kişiler zaman içinde bilimin
farklı alanlarına geçiş yapabilirler. Kuhn, fizikçilerin kuantum ile ilgili
araştırmalar esnasında bu mekaniğin kimyasal boyutu ile ilgilenmeye
başlamalarının son derece normal olduğundan bahsetmiştir. Bilim adamları
paradigma üzerinde yapılan araştırmalar sonucu ortaya çıkan paradigma
değişimlerini kabul etmek durumundadır. Bu değişikliklerin nasıl oluştuğu bu
konu ile ilgili önemli bir sorudur. Öncelikle kuramda bulunan yeniliklere
bakmak gereklidir. Kuramda oluşan herhangi bir ayırıcılık keşiflere davetiye
çıkartır. Bu süre zarfında paradigmaya ayırıcılık gösteren noktanın bilindik
bir noktaya dönüşmesiyle bu süreç son bulur. Örneğin 3 bilim adamı oksijeni
keşfedip bu elementi zenginleştirmişlerdir. Bu kişiler Scheele, Priestly ve
Lavoister’dir. Zaman içinde Lavoister’in keşifleri bir devrim olarak
adlandırılmıştır. Bilim alanında profesyonelleşmeye doğru gitmek görüş açısı
bakımından bir kıtlık da yaratabilmektedir. Bu da bilim dalının gün geçtikçe
katılaşmasına sebep olmaktadır. Bilimsel alanlarda gerçekleştirilen buluşların
bazısı aynı zamanda birçok laboratuarda meydana gelebilmektedir. Bu da olağan
bilimin kuvvetli bir geleneksel yanıtı olduğunun bir göstergesidir.
Bilimsel keşiflerin 2 yolu
bulunmaktadır. Bunlar ya paradigmalardaki değişikliklere sebep olur ya da bu
değişikliğe bir fayda sağlarlar. Kısacası ya yapıcı ya da yıkıcı olma görevini
üstlenirler. Astronomi, Copernicus’tan önce çok karmaşık bir haldedir. Galileo
ise Aristo’nun kuramındaki eksik noktaların farkına varmıştır. Ternodinamik
bilim dalı ise iki fizik kuralının
birbiriyle çatışmasıyla ortaya çıkmıştır. Kuhn, belli bir zaman içinde
yürürlükte olan bir paradigmanın bir takım yenilikler ve olaylar karşısında
eski gücünü kaybederek bir takım uyuşmazlık içine girdiğinden bahseder. Bütün
bunlara “bunalım” adı verilmektedir. Bu dönem bir nevi kriz ve mutlak
yenilenmeyi gerektiren dönemler olarak açıklanmaktadır. Paradigma oluşturma
aşamasında yapılan çalışmalar ve bunalım döneminde paradigmalar arası
sıçrayışların olduğu dönem birbiriyle benzerlik göstermektedir. Yeni kuramların
meydana gelmesi var olan paradigmaları yıkıma sürüklediği için o bilim alanında
belirsizlikler oluşmaktadır. Bu belirsizlikler bilimin sunduğu bulmaca ile
beklenen sonuçlar arasındaki farklılıklardan kaynaklanmaktadır. Bunalımların
sonlandırılması için 3 yol bulunmaktadır. Bilim adamları bu uyuşmazlıkları yok
etmek adına çalışmalar yapar, eğer bu uyuşmazlık sürmeye devam eder ve bu konu
ile ilgili herhangi bir çözüm yolu üretilmezse sorun gelecek nesillerin çözmesi
için bekletilmektedir. Bu uyuşmazlıklar şiddetli bir şekilde devam etmek
gayretinde ise bu paradigma oluşum süreci başlar ve paradigmanın kendini kabul
ettirmesiyle beraber bir “devrim” ortaya çıkar. Kısaca devrim, bir paradigmanın
geleceğini yitirip yerine yenisinin oluşmasıdır. Kuhn konuyu şu şekilde
örneklendirmiştir. Batlamyus’un yer merkezli sistemi bir paradigmaya verilecek
güzel örneklerden biriyken Copernicus’un güneş merkezli sisteminin
yaratılmasıyla Batlamus’un paradigmasında bazı çelişkilerin meydana gelmesiyle
güneş merkezli sistem yeni bir paradigma olarak ortaya çıkmıştır. Yeni bir
paradigmanın meydana gelmesi sonucu, eski paradigmayı ve yeni paradigmayı
benimseyen bazı bilim adamları bu paradigma etrafında toplanır. Bu tür
gruplaşmalar ise aralarındaki mücadeleyi arttırmaya yöneliktir. Yani
paradigmanın ortaya çıkıp, benimsenmesiyle yeni bir olağan dönem başlar ve bu
deneyim bu şekilde devam eder.
Dolayısıyla yeni teorilerin oluşması
için bunalım gerekli olan bir etmendir. Yani, bunalım paradigma değişiminin ön
koşuludur. Bilim adamı bir paradigmayı kabul etmezken bir diğer paradigmayı
onaylamaktadır. Bu da bunalım oluşumundaki başlıca sebeplerden biridir. Bir
bilim adamının başarıya ulaşmasında sabır olgusu büyük önem taşımaktadır. En
ufak bir zorlukta yeni bir paradigma oluşturulmaz. Nitekim Newton ay
hareketlerinin yarı doğrusunu ancak altmış seneden sonra çözebilmiştir. Bilim
adamı, üzerinde çalıştığı paradigmanın sorunlarını çözemez duruma geldiğinde
başka bir paradigma geliştirme yoluna gitmektedir. Böylece önceki paradigmayı
terk ederek bilimsel bir ilerleme gerçekleştirmektedir. Ama bu ilerleme daha
önce elde edilen başarının bir devamı olarak değil, devrim tarzından meydana
gelen bir ilerleme olarak değerlendirilmiştir. Kuhn bu döngüye bilimsel
devrimler adını vermektedir. Şunu da unutmamak gerekir ki bir paradigmayı terk
etmek hiç de kolay bir şey değildir. Çünkü bir paradigmayı terk etmek, Kuhn’un
gözünde o paradigmaya ait bilim dalını terk etmekle eşdeğer nitelik
taşımaktadır. Yeni paradigmalarla birlikte bilim alanı için yeni bir
tanımlamayı da beraberinde getirdiğinden dolayı kendini yeni paradigma içinde
konumlandıramayanlar bu süreçten ayrı kalmak durumunda olmuşlardır.
Kuhn’a göre paradigmalarda bir aykırılığın
ortaya çıkmasıyla birlikte bu aykırılığın bir nesne haline gelmesi noktasında
icat tamamlanmış olunur. Bu, yeni paradigmaların meydana geldiği bir devrin
başlangıç noktası olarak kabul edilir. Yeni meydana gelen kuramlar önceki
paradigmanın başarısızlığına karşı oluşan tepkinin bir ürünüdür. Olağan bilim
kuram ile nesne arasında uyumu yakalamak için devamlı bir çaba halindedir. Bu
çabayı kanıtlama olarak adlandırmak mümkün olsa da buradaki temel amaç bulmaca
çözümüdür. Kuhn’a göre bilim adamları kuramların geçerliliğini sağlamalı ve
yeni bir paradigma oluşumuna fırsat vermemeli ve zorluklar karşısında kolayca
pes etmemelidir.
Kuhn, paradigma değiştirmenin neden devrim
olarak adlandırılmasına ilişkin bir takım cevaplar sunmuştur. Bu cevaplamayı
siyaset ve bilim dünyasına ilişkin açıklamalarla yapmıştır. Kurumların problemler
karşısında giderek çözüm üretmeyecek duruma gelmesi, siyasi devrimin oluşumuna
neden olarak gösterilmektedir. Bilimsel deneyimler de paradigmanın doğa ile
ilgili araştırma için gerekli işlevi göstermemesi ile başlar. Hem siyasi hem de
bilimsel alanlarda devrimin oluşması mevcut düzenin işlevini yitirmesiyle
bunalım hali ortaya çıkmaktadır. Bilimsel devrimler için sadece bu yolla
etkilenmiş bireylerin olması gereklidir. Bunun haricindekileri Kuhn, 20.
yy’daki Balkan Ayaklanmaları’na benzetmiştir. Çünkü bu ayaklanma sadece gelişme
dönemine ait bir parça olmuştur. Bilimde ise her bilim dalı kendine ait olan
paradigmayı savunmaktadır. Kuvvet yalnızca ikna etmekle sınırlı olmaktadır. Bu
da çeşitli yıkımlara yol açabilmektedir. Örneğin bugün ay gezegeninde yaşamın
var olduğu bir şekilde kanıtlanırsa bu durum ayda hayatın olmadığına dair
üretilen paradigmaların yıkılışına sebebiyet verir.
Kimi zaman çözümlenmesi muhtemel
gözüken bir problem, o toplumdaki bilir kişi tarafından çözülmesi için çaba
sarf edilse bile buna karşın bir reaksiyon oluşturulabilir ya da bir araç
beklenilenin aksine fayda sağlamayarak bu uyumsuzluğun doğmasına sebebiyet
verebilir. Böylece olağan bilim işleyişi bakımından bu gibi durumlar karşısında
kimi zaman sekteye uğrar. Bilimsel uygulama nesneleri bu uyumsuzluklardan
kaçamaz hale gelir ve böylece olağanüstü arayışların olduğu süreç devreye
girer. Bu kaymanın sebebiyet verdiği alışılmadık durumlar bilimsel devrim
olarak adlandırılmaktadır ve bu devrimler geleneği örnek alan bilim
etkinliğinin geleneklere karşı gelen tamamlayıcısı konumundadır. Paradigmalarda
meydana gelen bir takım değişmeler bilimsel devrim olarak adlandırılmaktadır.
Bilimsel devrimde meydana gelen paradigmalardaki geçiş bir gelişme çizgisini
oluşturmaktadır. Kuhn’a göre bilimsel devrimlerin en çarpıcı yanı, eski bir
paradigmanın yerini ondan farklı bir yeni paradigmanın almasıdır. Kuhn’un
bahsettiği gelişme çizgisinin en can alacı noktası bilim adamlarının paradigma
değiştirmelerinin ana nedeninin bilinçli olarak mı yoksa çevreden gelen bir
baskı sonucu istem dışı bir aşama mı olduğu ile ilgilidir.
Kuhn,
“ birikimsellik” kavramına da bir açıklık getirmiştir. Bu kavram, bilimsel ilerlemenin bir kuralı
olmamakla birlikte Kuhn, olağan bilim sürecinin birikimsellik taşıdığını
düşünmektedir. Yeni bir kuramın meydana gelebilmesi için 3 adet görüngü söz konusudur.
Bunlar :
1.
“Var olan paradigmaların zaten yeterince
açıkladığı görüngüler”
2.
“Yapılan var olan paradigmada öngörülen
fakat ayrıntıları ancak kuramın daha ileri düzeyde ayrıştırılmasıyla
anlaşılabilecek olanlar”
3.
“Var olan paradigmaya uymamakla inat eden
görüngüler”[1]
Birinci
grubu oluşturan bu görüngülerin nadir zamanlarda yeni kuramların başlamasına
olanak verdiği görülmektedir. İkinci grup görüngüleri ise bilim adamlarının
araştırma yapabilmeleri adına en çok başvurdukları görüngülerdir. Burada amaç yeni
paradigmalar yaratmaktan ziyade elde olanı ayrıştırmaktır. Yeni kuramlar
oluşmasına olanak tanıyan tek görüngü çeşidi ise üçüncü gruptaki görüngü
çeşididir. Bu bilgiler ışığında bilimsel devrimler, eski paradigmaların tabiat
ile etkileşiminden meydana gelen uyumsuzlukları telafi etmek için
yapılmamalıdır. Eski ve yeni kuramlar mantıksal açıdan örtüşmemektedir. Çünkü
eğer örtüşselerdi kuramlar arasından bir farklılık oluşmaz, her bir kuram
birbirinin tekrarı olurdu. Diğer bir deyişle bilimsel kuramların birbirlerini
aynı mantık çerçevesi içinde takip etmeleri mümkün değildir. Bu da bize Kuhn’un
bahsettiği gibi bilimsel ilerlemelerin birikimsel olamayacağını göstermektedir.
Bir tarihçinin geçmiş üzerinden yaptığı çalışmaları inceleyen bir bilim
tarihçisinin görüşü paradigma değişikliği ile değişebilmektedir. Yeni
paradigmaları benimseyen bilim adamı bu paradigmalara bağlı olarak yeni
nesnelerle ilgilenmekte ve olaya farklı bakış açılarıyla bakmaya başlamaktadır.
Bilim adamlarının devrimler esnasında daha önceden araştırmış oldukları
alanları tekrar araştırırken farklı bulgular elde etmektedirler. Kuhn bu olayı
bilim topluluğunun ansızın başka bir gezenegene yerleşmesi benzetmesiyle
örneklendirmiştir. Yani, paradigmalardaki değişiklikler bilim adamının yaşadığı
dünyayı farklı şekilde algılamasına sebep olmaktadır. Konuyla ilgili pek çok benzetme
bulunmaktadır. Kuhn, bilim adamının dünyasında yer alan ördek sayılan objenin
bilimsel devrim sonrasında aynı objenin tavşan olarak görülmesinden
bahsetmiştir. Bir diğer örnek, yerbiçimlerini gösteren bir haritayı inceleyen
bir öğrenci, harita üzerindeki çizgileri algılarken, bir haritacı ise aynı
haritadan nasıl bir arazi olduğunu zihninde canlandırır. Bir başka örnek, bir
fotoğrafa bakan bir kişi o fotoğrafta sadece çizgi görürken, aynı resme bakan
bir bilimadamı orada çok daha farklı bir algı elde eder. Devrim zamanlarında olağan bilim değişime girdiği anlarda bilim
adamı etrafını en baştan algılamak durumundadır. Bilim adamı çevreyi bu şekilde
yorumladıktan itibaren bazı alanlarda eski çevresiyle uyum göstermeyen birçok
veri elde etmektedir.. Gestalt deneylerinin temel hedefi algıların
sekrozasyonlarını anlatmaktır. Deneyde bir bireye görüntüleri ters gösteren bir
gözlük takılarak birey dünyayı ters bir şekilde görmeye başlamıştır. Bu bireyin
algıları bir bocalama dönemine girmiş ama zamanla yeni koşullara uyum sağlamaya
başlamıştır. Dolayısıyla önceden uyumsuz olan bir görsel alana zaman içinde
alışılmıştır.
Dünya görüşlerinin çok çeşit içermesi
eski ve yeni paradigmaları birbiriyle karşılaştırmayı ve ölçmeyi olanaklı
kılmamaktadır. Çünkü paradigmanın değişimi buna bağlı olarak dünya görüşünün
değişimini de etkilemektedir. Örneğin Aristo ve Galileo örneğinde bir ipe
bağlanan ağır bir nesne Aristocular için cismin düşmekte zorluk çekmesi olarak
algılanırken aynı cisim Galileo için bir sarkaç görevi üstlenmiştir. Sonuç
olarak bir paradigma değişime uğradığında bilim adamı artık eski çevreyle
alakası olmayan bir dünyada çalışmaktadır. Olağan bilimler paradigmaları
düzeltemez ancak paradigmaları bunalım evresine götürebilmektedir. Bütün
bunların sona ermesi ani değişimlerle meydana gelmektedir. Olağan bilimin
amacı, bir yenilik gerçekleştirmekten öte üzerinde araştırmalar yapılan
paradigmanın güçlendirilmesine katkı sağlamaktır. Tahmin edilenin aksine çıkan
beklenmedik sonuçlar başarısızlıkla sonuçlanır, paradigma ile uyum içinde olan
sonuçlar ise paradigmanın tutarlılığına katkı sağlamaktadır. Daha önceki bir
zamanda başarılı bulunan sonuçlar, paradigma ile bir bütünlük oluşturamazsa bu
sonuçlar metafizik olarak değerlendirilip ve başka bir bilimin teması olarak
biçimlendirilmektedir.
Devrimler bir tür görünmezlik anlamı
taşımaktadır. Bilim camiasında veya topluluklarda devrimlerin bir görüngü
olarak algılamalarında bazı ana nedenler bulunmaktadır. Kuhn’a göre bu nedenler
“yetkili kaynaklar” sebebiyle oluşmaktadır. Bunlar; bilimsel ders kitapları,
felsefe kitapları ve popüler kitaplardır. Bu üç farklı türdeki kitabın ortak
noktası; değerlendirdikleri problemlerin, bilgilerin ve kuramların tamamı daha
önceden üzerinde çalışılıp geliştirilmiş paradigmalarla bir bütün haline gelmiş
olmalarıdır. Ders kitaplarının hedefi ise bilimsel dilin aktarımını ve olağan
bilimin yaygınlaştırılmasını sağlamaktır. Ders kitapları bir nevi olağan
bilimlerle doğrudan bağlantısı olduğundan bilimde meydana gelecek her türlü
gelişmede bu kitapların revize edilmesi gerekmektedir. Yani, kitapların her
bilimsel devrimden itibaren tekrar gözden geçirilip yazılmaları gerekmektedir.
Kuhn!a göre bilimsel ders kitapları özgün bir bilgi içermemektedir. Çünkü bu
tür kitaplar bilim adamlarının yalnız kendi paradigmalarının anlatıldığı
kitaplar olagelmiştir. Bu tür kitaplar kendilerinden önceki bilim adamlarının
görüşlerini ve fikirlerini çarpıtarak bunu kendi eserlerinde konu haline
getirmektedir. Bilimsel ders kitapları olağan bilimle ilgili olan tüm
içerikleri art arda eke almaya çalışmaktadır. Kuhn, bu sunuş tekniği için bir
eleştiri getirmemekle beraber tarihin uyumsuzluğu ve yanlış kurgulanma gibi
etkenlerin bilimin gelişimine ket vurulduğu görüşüne sahip olduğunu
belirtmiştir.
Yeni bir paradigmanın nasıl oluşacağına
ilişkin görüşü Kuhn, bunun ilk önce birkaç insan zihninde ortaya çıkması
gerektiğinden bahsetmektedir. Böylece bireyler bu andan itibaren dünyayı farklı bir
bakış açısıyla görmeye başlamaktadır. Bireyler dikkatlerini diğer
meslektaşlarının aksine bunalım yaratan problemler üzerine odaklamaktadır.
Bireylerin genç ya da yeni olması da eski paradigmanın sunduğu görüşle örtüşmemektedir
Olağan bilimle uğraşan bir araştırmacı bir nevi bulmaca çözmekte olan bir
bireydir Kuhn’un gözünde, bu kişi paradigmaları ölçme ya da değerlendirme
yetkisinde değildir. Bu birey bulmacaları çözerken bazı verileri gözden kaçırsa
da paradigmayı hiçbir zaman sınama hakkına sahip değildir. Bir paradigma kabul
gördüğü sürece geçerli olmaktadır.
Doğrulama konusunda 2 tür felsefi kuram
bulunmaktadır. Bilimsel kuramların kanıtlanmasında bilim felsefecileri artık
belli ölçütlerin zorunluluğuna gerek duymamaktadır. Artık önemli olan bir
kuramın doğrulup doğrulanmadığından ziyade ihtimalinin ne olabileceğidir.
Olasılıkçı doğrulama kuramlarında ise iki farklı görüş bulunmaktadır. Bunlardan
biri doğrulama aşamasında olan bilimsel kuramın diğer kuramlarla
karşılaştırılmasını, diğeri ise, başarılı sonuç alınabilecek olan sınavların
akılda tekrar oluşmasını öngörmektedir. Bütün bu bilgiler dahilinde Karl R.
Popper doğrulama yaklaşımını kabul etmediğini belirtmiş, yanlışlamanın önemli
olduğunu vurgulamıştır. Hiçbir kuram bütün bulmacaları çözme yetisinde
değildir. Önceden kazanılmış olan başarılar ise her daim mükemmel olarak
nitelendirilmezler. Popper’ın bu görüşü bilim dünyası açısından ilgi çekicidir
ama doğrulamadan kesin çizgiyle ayrılan bir farkı bulunmamaktadır çünkü yeni
paradigmalar eski paradigmalardan üstün bir konumdadır.
Oluşan yeni paradigmaların ilk
zamanlarında destekleyicisi az olsa da bu paradigmalar belli bir düzen içinde
kendi mücadelesini kazanma ışığı varsa ister istemez bireylerin ilgisini
çekecek ve bu paradigmanın katılımcı sayısı giderek artış gösterecektir.
Böylece paradigmaya bağlı materyallerin sayısı çoğalacaktır.
Kuhn’a göre ilerleme kavramı sadece bilim
ile özdeşleştirilmiştir. Bu noktada geleneksel bilim anlayışı ile Kuhn’un
düşünceleri farklılık göstermektedir. Çünkü bilimsel dünyada bir paradigmadan
yeni bir paradigmaya geçiş aşaması felsefe ve sanatta da olağan karşılanan bir
durumdur. Bilimin ilerleme kelimesiyle ilişkilendirilmesinin temelinde Kuhn
“İlerleme neden sadece bilimle adlandırılmaktadır?” sorusunun cevabını bulmak
istemektedir. Kuhn’un anlayışına göre bu sorunun cevabı bilime yüklenen
manalardan oluşmaktadır. Bununla birlikte herhangi bir bilimsel topluluğa
bakıldığında gerçekleşen her başarılı çalışma, ilerlemeden geçmektedir. Bilime
olan güven duygusu da bunu kanıtlamaktadır. Kuhn bütün bunlara ilaveten bir
neden daha ortaya koymuştur. Bu neden, birbirlerini rakip olarak gören ve her
fırsatta birbirlerini sorgulayan okulların her dönem ortaya çıkmamasıdır.
Böylece bilimsel toplulukların ilerleyişini anlamak daha zahmetsiz bir şekle
sokulmaktadır. Bilimsel toplulukların amacı paradigmaların oluşturduğu
bulmacaları çözmektir. Bulmacaların çözümü ise ilerleme ile doğrudan bağlantılı
bir konumdadır. Bilimi inceleyen bir araştırmacının araştırma esnasındaki tek
düşüncesi bu zamana kadar kimsenin başaramadığı zorlu bir bulmacayı çözebilme
isteği olmuştur. Nitekim bu bulmaca olarak tanınan nesne, sınırları belli olan
ve beklenen sonuçları içeren bir paradigmadır. Devrimler sonucunda bir taraf kazanır
ve bir taraf kaybeder. Bu durumda kazanan grup ilerleme manasında bir gelişme
göstermiş olmuştur ki kazanan taraf olmuştur. Devrimle birlikte eski paradigma
terk edilirken bu paradigma ile ilgili yazılan kitaplar, makaleler ve diğer
yayınlar önemini yitirir. Böylece bilim adamı geçmişteki konumundan mevcut olan konumuna
gelişine kadar olan sürecin bir ilerleme süreci olduğunu anlar yani bilim adamı
tarafından geçmiş bir çeşit ilerleme olarak kabul edilir.
Eserinde belirtildiği üzere Kuhn’un temel
amacı bilimi bir takım verilerle açığa kavuşturmaktır. Eser, bilimsel
ilerlemeyi geleneğe bağlı yöntemler dizisi olarak ele almış ve bu ilerlemeyi
engelleyen unsurları açıklama yaparak tanımlama yoluna gitmiştir. Kuhn’un
vurgulamak istediği temel nokta bilimsel gelişmelerin diğer alanlardaki
gelişmeler ile birlikte birçok ortak yönünün bulunmasıdır. Çalışmasında
bilimsel gelişmelere vurgu yapması bu sebepten kaynaklanmaktadır. Olağan bilim
döneminde bilim adamlarının kendi oluşturdukları teorilerin hiçbir şekilde test
edilmedikleri, bu dönemde ölçülen unsurun teori değil, yetenek olduğu Kuhn’un
başlıca argümanlarından birisidir.
Kuhn, kitabının “Sonsöz”ünde açık bir
ifade ile aslında bazı kavramları açığa kavuştururken okuyucu için bazı
zorluklar yarattığının farkında olduğunun ama temelde de bakış açısının yapılan
eleştirilere karşın pek de fazla değişmediğinin altını çizmiştir. Özellikle
paradigma tanımı konusunda bir okurun yazar için “Paradigmayı yirmiden fazla
şekilde ifade etmiş” sözüne ithafen yazar bu kavramı 2 temel anlama indirgemek
istemiştir ve genel olarak paradigmayı şu şekilde tanımlamıştır. “Model yahut
örnek olarak kullanılan ve gerektiği zaman olağan bilimdeki bütün bulmacaların
çözümleme temeli olarak kesin kuralların yerine kullanılabilen somut bulmaca
çözümleri”[2]
Kuhn, bilimsel toplulukların
paradigmalarla ilişki kurmadan da tanımlanabildiklerini öne sürmektedir.
Paradigma, bu süreç itibariyle bilimsel topluluğun davranışlarını tespit ederek
ortaya çıkartmalıdır. Kuhn’a göre bu eser aslında bilimsel topluluğun doğasını
ele alan bir yaklaşımla başlamalıdır. Bu noktada bilimsel topluluk kavramını
ele alınacak olunursa, bu kavram bilimsel bir uzmanlığı kavrayan bireylerden
meydana gelmektedir. Bu topluluktaki insanlar, aynı teknik yazını uygulayıp, bu
uygulamalardan da büyük oranda aynı sonuçları elde etmişlerdir. Bilimsel
toplulukların dışında bilimde farklı görüşlere sahip olan okullar bulunmaktadır
bunlar aynı noktada birleşmeyen görüşlere sahip olan topluluklar olarak
tanımlanmaktadır. Bu okullar meydana çıktıkları zaman aralarında büyük bir
rekabet başlamaktadır. Sonuç olarak; bilimsel topluluk mensupları kendilerin
ortak bir çıkarın savunucusu olarak görmektedir. Bahsedilen topluluklar birçok
seviyede boy gösterir. Bu seviyelerden en genel olanı doğa bilimleri
topluluğudur. Bu grubu biraz daha ayrıştırılırsa fizikçiler, kimyacılar vb.
topluluklar elde edilebilmektedir. Hatta bu alanlar bile kendi alt dallarında
kategorize edilmektedir. Kuhn için en can alıcı nokta, paradigma öncesi
dönemden, paradigma sonrası dönem arasındaki süreçtir. Bu süreçte biraz önce
bahsedilen birtakım okullar rekabet içine girer ve bilimsel başarının meydana
gelmesiyle okulların sayısı teke iner ve daha verimli bir tarz uygulamaya
koyulmaktadır. Bahsedilen bu tarz, bulmaca çözümüne yatkındır.
Kuhn’un ifade ettiği “disipliner
matriks” kavramı, paradigma ya da paradigma özelliği taşıyan nesneler olarak
adlandırılmaktadır. Disipliner matriks, 4 elemandan oluşmaktadır. Bunlar
simgesel genellemeler, modeller, değerler ve örnekliktir. Simgesel
genellemeler, bilim adamlarının kabul ettiği genellemelerdir. Modeller, teori
oluşturmak için mutlaka olması gereken bir kavram olarak belirtilmiştir. Üçüncü
unsur olarak tanımlanan değerler ise farklı bilim dalları arasında bir ivme
kazandırmada büyük rol oynamaktadır. Son eleman olan örneklik ise Kuhn
tasvirinde somut bulmaca çözümleri olarak nitelendirilmektedir.
Yorumlar
Yorum Gönder